Perşembe, Kasım 23, 2006

joker

arada bir joker bulurum ben. sahiden. birkaç yılda bir tesadüf eden bir şey. saklarım onları, kimi buzdolabının üzerinde, kimi torpidoda. tuhaf bir şey. hep düşünürüm kim attı o jokerleri diye? yeni bir deste kağıdı olup da jokerlere ihtiyaç duymayan insanlar olabilir mi? hem bu jokerler bana şans getirecek diye düşünürüm o an, öyle bir şey olmadı şimdiye dek ama yine de güzeldir joker bulmak. sevinirim.

victoria redel- oğlum enteresan bir kitap. oğluşu olanlara özellikle tavsiye. ne kadar saplantılı bir anne olunabileceğini bilmek isteyenlere de öneririm. istiklal kitapevi'nden çıktı, yeni.

hava nasıl istanbul'da? günübirlik geleceğim. cuma mı gelsem pazartesi mi kıskacındayım, çok yorgunum bir de hep. 11 saat uyuyorum her gece. erken kalkmayı başaranlardan tavsiyeler istiyorum.

Cumartesi, Kasım 18, 2006

saat altı mı?


saatlerin bir ileri bir geri alınmasını sevmeyenlerdenim. neyse o olsun değil mi? şimdi yani altı gerçek saat mi? gerçeği bilmeye hakkımız yok mu, ama bakın saat altı ama sahiden altı değil gibi..


hadi diyelim geçtik bu konuyu ya da geçmek lazım... neden bahsetmeli? parmaklar tuşlara basmak için büyük bir istek duyarken -velhasıl evde yapacak şu an hiçbir şey yokken- sahiden yok, ev işleri bitmiş inanabiliyor musunuz?- gerçekten aklıma gelen bir şey yok, ne yapabilirim ki? oturuyorum, harflere dokunmak için, ne yazacağımı bilmeden. hava kötü mü diyeyim, hava durumunu haber mi vereyim, herkes bilmiyor mu bunu, yapmadığım kekleri mi anlatayım? yok işte anlatacak bir şey ama yazasım var. öyleyse iki parça vereyim size, ayrılayım...
biri dieggo torres'ten la ultima noche.
diğeri nino'dan si tu maimes...

Perşembe, Kasım 16, 2006

bişi bişi

bu resim prag'dan aldım, bahsetmeyeceğim prag'dan. (bakınız önceki comment'ler ve kalmayan heves...) resmin yanındakiler elvin'in tahmin edileceği üzere bir bebeğinin -barbie taklidi bir şey- ayakkabıları. niye oradalar onu da söyleyeyim, bizimki 4.5 yaşında olabilir ama feci bir estetik duygusuna sahip. sofra hazırlamak mesela hobisi, peçeteleriyle, süsleriyle, mumlarıyla hem de... herhangi sıradan bir fotoğraf çektirmiyor bu aralar bana, konulu oluyor obje fotoğraflarım. onları oraya koyup da 'hadi çek anne' diyen bizzat bizim evin küçüğü.
notlarr...
babil'e gidemedim.
volver zaten gelmedi buraya.
salı akşamı ispanyolca kursuna başlıyorum.
akşam kitap eki'ndeki köşeme acil isim arayışındayım. son gün pazartesi.
ne özlemişim rokfor peynirini. ufacık bir şey aldım, günlerdir yiyorum.
elvin büyüyünce de aynı okula gidecekmiş.
bu kadar galiba... güzel şeyler yazalım, güzel şeyler olsun.

Pazartesi, Kasım 13, 2006

mutluluğun resmi

 yok değil.. var mutluluğun resmi. mesela bu... faytona binelim demiş, olur demişiz. prag sokaklarında tıkkıdı tıkkıdı gitmişiz, bizimkisi sahiden sevinmiş. bu onun fotoğrafı. mutluluğun resmi var. gerçekten var... Posted by Picasa

Pazartesi, Kasım 06, 2006

over the rainbow

-bir yerlerden bulup mutlaka indirin, dinleyin ve çocuklarınıza söyleyin olur mu? dün bir dizide izleyince anımsadım, dünya güzeli bir ninni bu...-

Somewhere over the rainbow
Way up high
There's a land that I heard of
Once in a lullaby

Somewhere over the rainbow
Skies are blue
And the dreams that you dare to dream
Really do come true

Some day I'll wish upon a star
And wake up where the clouds are far behind me
Where troubles melt like lemondrops
Away above the chimney tops
That's where you'll find me

Somewhere over the rainbow
Bluebirds fly
Birds fly over the rainbow
Why then, oh why can't I?
Some day I'll wish upon a star
And wake up where the clouds are far behind me
Where troubles melt like lemondrops
Away above the chimney tops
That's where you'll find me

Somewhere over the rainbow
Bluebirds fly
Birds fly over the rainbow
Why then, oh why can't I?

If happy little bluebirds fly
Beyond the rainbow
Why, oh why can't I?

dün diyordu filiz akın

Şükretmek güzeldir, mutlaka çiçek verir

'Boğazım ağrıyor. İlacımı içtim, mutluyum. İnsan hasta olsa da mutlu olur mu? Olur. Nasıl olsa bir arıza çıkıyor, bari kanser olmasın; ölümcül olay duymayayım, sevdiklerime çaresiz bir dert gelmesin! Hızla değişen değer yargılarından dolayı, hayatı ayaküstü atıştırmak gibi hızla tüketmek, değerini hiç sorgulamadan yaşamanın yanı sıra, tek hedef de emek vermeden köşe dönmenin yollarını aramak olunca... İnsanlar da maddi imkânların hepsini birden, aynı anda ve çabucak alamadığı zaman hemen mutsuz, şiddet yanlısı, kendini ve etrafını tahrip eden birer bomba oluyor. Sabır, hoşgörü, elde olanlara şükretme duygusu yok olmakta.

HER ŞEYİN FATURASI VAR
Kız kardeşim ilaçların yan etkilerinden ağız kuruluğu, taşikardi, sıkıntı basmasının çekilmez olduğunu isyan ederek şikayet ediyordu bana. "Bak güzel kardeşim!" dedim, "En özendiğin insanların bile hayatı dört dörtlük değil. Öyle bir hayat da hiç kimseye vaat edilmediği için 'Ben niye haksızlığa uğruyorum,' diyemeyiz. Her şeyin faturası var. Bazen aşk varsa para yok. Para olduğu zaman sadakat yok. Sadakat var, sıhhat yok. Sıhhat oldu diyelim, iş yok, iş olduğu sırada aşk yok falan gibi döne döne zincirler üretebilirsin. Bazen birkaçı birden yok, ama gene de elde olanlardan birine tutunabilir insan. En azından hiç olmazsa ailem var gibi bir şeyler fısıldayabilir. Çünkü hiçbirinin olmadığı durumlar da var." Kanseri yenmiş görünüyorum, ama ağız kuruluğu nedeniyle konuşmak beni yoruyor. Boynum sakat, radyoterapi etkisiyle bazı eklemler yapışıp bazıları iğne ucu gibi deforme olduğu için devamlı baş ağrısıyla yaşanmaz dediğim noktalara geliyorum. Ağzımda devamlı yanma hali, asitten dilim kesik kesik; hazımsızlık ve ağrılar çekiyorum, çabuk hastalanıyorum. Bütün bunları söylemeden yaşamak istediğim için dişimi sıkmaktan asabi oluyorum. Bunlara rağmen "Oh, çok şükür şu anda mezarda olabilirdim, değilim," diyorum. Yatağa bağımlı değilim, yürüyor, konuşuyor iyi kötü duyuyorum. Daha da önemlisi insanlarla konuşuyor ve çok güzel şeyler paylaşabiliyorum. Tanrıya da bunların değerini bilebilmem için bana ikinci bir şans verdiği için teşekkür ediyorum. Hastanede değilim. Acılar içinde inlemiyorum. Ailem ve dostlarım var, sıkıntılarım önemli olsa da onlarla dertleşip, gülebiliyorum. Gerçekleşsin gerçekleşmesin hayal et. Bazen de gerçekleşmesi mümkün olan projeler üret, onları araştır. Çoğu olmayacaktır. Yılma başka imkânlar ara. Şükretmek pozitif bir ışık yüklüyor; o ışıkla aydınlanan yolda farklı güzellikler yaşıyor insan. Bir tohum ekip çiçek çıkmasını bekliyorsunuz, bazen tam da orada çıkmıyor, ama beklemediğiniz bir anda başka bir yerde başka renkte bir çiçek açıyor. Neticede emek verip, hayal edip, sabırla bekleyince; evrende bir şeyleri tetikliyoruz ve beklediğimiz veya beklemediğimiz bir güzellik çıkıyor karşımıza.'


uygulamak istiyorum kendi hayatıma. şükretmek. sabahları mesela iyi uyanmak, neşeli uyanmak. daha becerebilmiş değilim. dün de akşam'da dr. murat kınıkoğlu'nun uyku üzerine bir yazısı vardı, benim moralimi bozan bir yazıydı. dokuz saatin üzerinde uyumak sağlıksızdır diyor kısaca, alzeheimer'ı falan tetikler diyor. yaşayacak bir hayat var, uyanamıyorsanız bile saat kurun, uyanın diyor. denemek isterim uyanmayı ama olmuyor... kızım kadar uyuyorum. en az dokuz saat olmak üzere günde on veya on bir saat. devamını da şükrederek falan geçirmiyorum, hep bir sıkıntıyla geçiyor günler. bugün de elvin ateşli. gerçi bir doz dolven bile kesiverdi hemen ateşi, neşelendi ama yine de... her günün bi problem barındırıyor olmasından bıkmış vaziyetteyim. bazen 'evim sıcacık, dışarıda değilim' diye anımsatıyorum kendime. bu hatırlatma anının rahatlığı ancak birkaç saniye sürüyor ama...